ABD’de yaşayan biliminsanı, virolog Semih Tareen, koronavirüs pandemisi günlerinde en güvenilir Türkçe haber kaynaklarından biri olarak hayatımıza girdi. Tareen, biliminsanı kimliğinin yanında ödüllü müzisyen kimliğiyle de tanınıyor.
Sosyal medyanın tam bir yanlış bilgi çukuruna döndüğü, belirsizlik ve kaygı dolu pandemi günlerinde hepimizi bilimsel bilginin ışığıyla sakinleştirmeye çalışan Semih Tareen, 1995 yılından beri Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşıyor. Tareen, aynı zamanda bestelediği film müzikleriyle birçok festivalden de ödülle dönen bir müzisyen. Emmy gibi önemli ödüller kazanmış müzisyenlerden aldığı eğitimlerle bestecilik kariyerini zenginleştiren Semih Tareen, bugün hâlâ aktif olarak her iki kariyerini eş zamanlı olarak yürütüyor.
Tareen ile her biri tek başına oldukça meşakkatli bu profesyonel şapkaları bir arada nasıl taşıdığını, göçmenlik serüvenini, virüslerin hayatımızdaki yerini ve film müziklerine olan tutkusunu konuştuk.
Birbirinden iddialı iki kariyeri bir arada yürütüyorsunuz. Peki tamamen farklı bu iki disiplin, profesyonel zeminde nasıl yürüyor?
Türkiye’de aldığımız eğitimde nedense hep tek bir saha seçmeye odaklanıyoruz. O tek alana odaklı eğitimlerin bir dezavantajının çok yönlü insanlar yetiştirmemesi olduğunu düşünüyorum. Ama burada suçu sadece eğitim sistemine atmak yanlış olur. Sonuçta hepimiz kendi hayatımızdan sorumluyuz ve ben de her ne kadar fen okusam da eğitim hayatım boyunca, her zaman müzik ve sinema ile iç içe yaşadım. Önce piyano eğitimi aldım, sonra gitar öğrendim, sonra Türk sanat müziğine merak saldım, ud öğrendim ve Münir Nurettin Beken isimli bir udiyle çalıştım. Onun dışında Türkiye’de barlarda gitar çalarak geçimimi sağladım okul sırasında. Seattle'a geldiğimde caz eğitimi aldım ve hocamın iki tane farklı caz grubunda piyano çaldım. Ama tabii benim asıl ilgi alanım film müziğiydi ve iki Emmy Ödülü kazanmış Hummie Mann isimli bir besteciden iki sene film müziği eğitimi aldım. Tabii bu eğitimleri alırken bir yandan hem okula gidiyor hem de çalışıyordum laboratuvarlarda. O yüzden disiplinli olmak gerekiyor.
Müzik ve bilim birbirini tamamlıyor
Başka bir mesleğiniz varsa pek çokları müziği hobi olarak yaptığınızı düşünür…
Evet, herkes bana ‘Aa ne güzel hobin var’ diyor. Halbuki ben hobi gibi görmüyorum bunu. Viroloji ya da bilim benim hobim değil. Aynı şekilde müzik de benim hobim değil. Tamamen ömrümün ciddi bir kısmını ayırdığım, hatta bazen para da kazandığım bir çaba. Film müziği sahasını seçtiğim için hep yönetmen, yapımcı ve müzisyenlerle çalışıyorum. Önemli deadline’lar, revizyonlar var. Bu aslında çok stresli bir iş ama ortaya bir ürün çıkıyor ve bence bu yüzden bir hobi değil. Bir de bazıları buna ‘yetenek’ diyor. Tabii ki yetenek diye bir şey var ama hepimiz bir şeyde yetenekliyiz. Yetenekten ziyade, spor gibi sürekli o kasların çalıştırılması ve pratik yapılması lazım. Bu müzik için de bilim için de böyle. Ben uzun bir süre yayın okumazsam o yayını okurken beynimde kullandığım alanlar sanki körelmiş gibi hissediyorum. İkisi de aslında birbirini tamamlayan şeyler benim için. Mesela müzik, sinema konusunda bazı hedefler, deadline’lar, ortaya çıkması gereken bir ürün var. Bilimde de biz kansere veya başka hastalıklara karşı tedaviler geliştiriyoruz. Onların çıkması, belli bir tarihte hastalara ulaşması lazım. Bu iki alanda da edindiğim disiplin, takım çalışması bilinci, belli bir tarihte ortaya bir ürün çıkartmak ve aynı zamanda yaratıcı, pratik olmak ve yoktan bir şey var edebilmek.
Saygıyı abartmamak lazım
Bu yolculukta en ilham verici ve coşkulu anlar nelerdi?
Amerika’da çok yönlü eğitim destekleniyor. Mesela burada tıp fakültesine gitmek Türkiye’dekinden farklı ve genellikle önce bir üniversite diploması almanız gerekiyor. Normalde 3-4 yıllık bir üniversite diploması alıyorsunuz, ondan sonra tıp eğitimine başlıyorsunuz. O yüzden iki üniversite gibi bir şey oluyor. O nedenle pek çok insan tıp okuyacaksa ilk diplomasını genellikle felsefe, politika, ekonomi gibi farklı dallarda seçebiliyor. Bu çok yönlülük beni şaşırttı ve bana ilham verdi. Bir de Türkiye’de biz aşırı hiyerarşi altında eğitim görüyoruz. Öğretmene saygı var tamam ama bu biraz askeri hâl almış gibi. Aşırısı öğretmenle bizi uzaklaştırıp aradaki bağın oluşmasını engelliyor bence. Amerika’da bu hiyerarşi yok ve yerine tamamen öğrencinin geleceğini, başarısını öne koyan bir sistem var. Bu ilk başta şaşırtıcı geldi ama sonra çok ilham vermeye başladı. Mesela öğretmenlerle sohbet etmek, beraber bir şeyler içmek, onlarla aynı tuvaletleri kullanmak... Doktoramı yaptığım yerde Nobel ödülü sahibi üç kişi vardı. Onların hepsiyle tanıştım, sohbet ettim, bir şeyler içtim. Onlardan ilham alabileceğiniz bir düzen var burada. Bu da çok hoşuma gitti.
Çizgi film müziklerinden etkilendim
Diğer müzik türleri içinde film müziği yapmanın çok spesifik bir alan olduğunu düşünüyorum. Hikayelere müzikle ruh üflemek size nasıl hissettiriyor? İçinizdeki müzisyen film müzikleri yapmaktan nasıl besleniyor?
Sanırım çocukluğumda çizgi filmlerden bu sevgiyi kaptım. Benim çocukken izlediğim çizgi filmlerde muhteşem müzikler vardı ve sonradan bu müziklerin bestecisini buldum ve daha olgun bir kafayla dinledim. Sinema ve film müziği besteciliği aşkı böylece başlamış oldu. Özellikle Hollywood geleneğine dayalı müzikler yapmayı ben çok seviyorum. Bu yüzden genellikle senfonik ve orkestra besteleri yapmayı çok seviyorum. İlk müziklerini yaptığım film, sinemada gösterilirken en önlerde bir yerde oturmuştum ve arkamı dönüp tüm seyircilerin yüzlerine bakmıştım. Hem sinema perdesinden yansıyan ışığın hem de benim müziğimin çaldığı o büyüleyici anı çok iyi hatırlıyorum. O çok hoşuma giden bir andı ve o duyguyu her zaman yaşamaya çalışırım. Kendisi için müzik yapmayı seven biri değilim. Bir takımla beraber çalışarak ortaya bir ürün çıkarmayı çok seviyorum. Hatta bu öyle yorucu bir süreç ki her film müziği projesinin sonunda bir daha asla film müziği yapmayacağıma yemin ediyorum. Proje bitince de aylarca piyanoya dokunmayıp çok tembelleştiğim ve haftalarca sadece video oyunları oynadığım bir hâle bürünüyorum.
İnsan nesli yok olduğunda da virüsler var olmaya devam edecek
Viroloji hayatın çok içinde bir alan olmasına rağmen toplum nezdinde hakkında çok şey bilinmiyor. Pandemi bu anlamda hayatımızda çok şey değiştirdi mi?
Pek çok insan pandeminin gerçekleşeceğini düşünmüyordu bile. Pandeminin yapay bir şey olduğuna inanan da az değildi. Onlar da genellikle safsatalara ve komplo teorilerine inanan insanlar oluyor. Ama bilgiyi arayan ve doğru bilgiyi bulup öğrenen insanlar da tabii umarım bu şekilde bilgilendiler. Ben de zaten sosyal medya hesaplarımda, YouTube kanalımda bu bilgileri verirken komplo teorilerine inananları ikna etmek değil ama bilgilenmek isteyen insanlara o bulabilecekleri bilgiyi sağlamaya, bilgiyi ulaşılabilir şekilde onlara sunmaya çalışıyorum. Ama bu sosyal medyanın ilk pandemisi. Dolayısıyla ortaya inanılmaz yalanlar, yanlış bilgiler, safsatalar, tıklama ve para kazanmaya çalışan haber ve sosyal medya sayfaları, doktor ünvanlı insanlar çıktı. İnsanların korkularından istifade etmeye çalışan ne kadar çok kuruluş ve insan olduğu da umarım anlaşılmıştır. Benim burada herkese hatırlatmak istediğim şu: Pandemiler, salgınlar hep oldu ve hep olacak. Bu hayatın gerçeği. Sonuçta virüsler bir buçuk milyar senedir vardır. Modern insan sadece 200-300 bin senedir var. İnsan nesli yok olduğunda da büyük ihtimalle virüsler var olmaya devam edecek.
Salgın sürpriz değildi
Bizim virüslerle ilgili bilmediğimiz ya da yanlış yaptığımız ama aslında bilsek hayatımızda büyük değişiklikler yaratacak gerçekler nedir?
Virüslerin çoğu zararsız. İnsanlara zarar verecek, pandemiye sebep olabilecek virüslerin sayısı çok az. Böyle olduğu için de virüslerle ne kadar iç içe yaşadığımızı bilmemiz, hatırlamamız hatta ve hatta virüslerin hayatımızdaki önemli rollerini bilmemiz önemli. Mesela hem bizim hem diğer canlıların evriminde virüslerin katkısı çok büyük. Çünkü gen alışverişini sağlıyorlar ve genetik çeşitliliği sağlayarak sürülere avantaj sunuyorlar. Bir diğeri de bizim DNA’mızın yarısı antik virüslerden ibaret yani bizim yarımız aslında virüs DNA’sı ve bu zaten virüslerle ne kadar iç içe evrimleştiğimizi gösteriyor. Hatta bu bazı içimizdeki virüslerin işlevleri var. Örneğin hamile kalmamızı sağlıyorlar. Öyle ki virüsler olmasaydı biz büyük ihtimalle var olmazdık.
Salgın başladığında bunun bir pandemiye dönüşebileceğini bekliyor muydunuz? Tekrar benzeri bir felaket yaşama olasılığımız sizce ne?
Evet, bunu bilim insanları biliyordu. Çünkü 2002 senesinde SARS’ın ne kadar kolay yayılabileceğini gördük, 2012’de MERS’in ne kadar kolay yayılabileceğini ve tehlikeli olabildiğini gördük. Bundan önce en az dört corona virüs pandemisi oldu zaten ve o
virüs şu an bizimle iç içe yaşıyor. Ama halkın çoğu bunu bilmiyordu çünkü bu bilgilere ulaşamıyorlar ya da haber kanalları bilgileri bu şekilde aktarmıyor. O yüzden bir sürpriz değildi ve dediğim gibi salgınlar hep oldu, her zaman olacak. Bilgili bir şekilde hazırlıklı olmak, bilime inanmak ve bilimsel veriler doğrultusunda ilerlemek, elimizdeki aşı teknolojilerine güvenmek yapabileceğimiz en doğru şeyler.