top of page
Writer's pictureeditor

Ekşi Sözlük’ten Microsoft’a; Dünyaya yazılımın arka sokaklarını tanıtıyor

Updated: 2 days ago

Jet motorları ve bilimkurgu ile büyüyen, mimarı olduğu Ekşi Sözlük ile Türkiye’nin ilk internet fenomenlerinden olan Sedat Kapanoğlu bugünlerde uluslararası ilgi uyandıran kitabı Sokak Kodcusu ile ‘best seller’ listelerini zorluyor.
Sedat Kapanoğlu/ Photo Credit: Cüneyt Ozdaş

Ekşi Sözlük gibi bir fenomeni sıfırdan yaratan Sedat Kapanoğlu, yazılım dünyasının en özgün ve ilham verici isimlerinden. Çocukluğundan itibaren kod yazma tutkusuyla büyüyen Kapanoğlu, Türkiye'nin ilk internet topluluklarından Ekşi Sözlük'ü kurarak bir neslin dijital kültürünü şekillendirdi ve ardından Silikon Vadisi'ne uzanan bir başarı öyküsüne imza attı. Kapanoğlu şimdilerde "Street Coder" adlı kitabıyla tüm dünyadaki yazılımcılara sesleniyor ve onlara "gerçek dünya" odaklı bir kodlama anlayışı sunuyor. 


Çince, Korece ve Rusçaya da çevrilen Sokak Kodcusu, Kapanoğlu’nun yaşadığı ABD’de alanın en önemli yayınevi Maning’in en çok satan kitabı oldu. “Ortaokulda sokakta top oynamaktan döndüğü akşamlarda bilgisayar başında programlamayı sökmeye çalışan bu çocuğun bu kadar yazılımcının hayatına dokunabilmiş olması beni her düşündüğümde duygulandırıyor” diyen Kapanoğlu ile Turkish Global Society okurları için geniş bir söyleşi yaptık.


Kaç yaşında ve nasıl bir ortamda teknolojiye olan ilgini ve bu alanda bir şeyler yapmak istediğini keşfettin?

Teknolojiye ilgim hep vardı. Bilimkurgu film ve dizilerini çok severdim, özellikle Battlestar Galactica ve Buck Rogers. Babamın mesleği jet motoru ve hidrolik sistemleri teknisyenliği olduğundan uçaklara çok küçük yaştan ilgim vardı. Babamdan oyuncak istediğimde “Gel kendimiz yapalım” der bahçeli evimizin arkasındaki atölyesinde tahtadan gerçeğine yakın uçak modelleri yapardı. Ben de ona dört-beş yaşındaki bir çocuk ne kadar yapabilirse yardım ederdim. O yüzden ilk olarak pilot olmayı istediğimi hatırlıyorum. İlkokula başlayınca çizime olan ilgim arttı. Öyle ki bir noktada çizer, ressam olacağımı düşünüyordum. Ta ki bir gün büyük abim Muzaffer eve ödünç aldığı bir bilgisayarı getirene kadar. Küçük abim Vedat bilgisayarın başına geçip bir şeyler yazıp ekrana bir sinüs grafiği çizdirene kadar bilgisayarın kendisi beni o kadar etkilememişti aslında. Bir elektronik cihaza bir şeyler yazarak istediğimizi yaptırabilme fikri beni çılgına çevirmişti, kendi şahsi robotumuz gibi bir şeydi bilgisayar, düşünsene. Aklımı başımdan aldı resmen. O bilgisayar bir hafta bizde kalmıştı. Okuldan gelir gelmez başına geçip bir şeyler yazmaya çalışıyordum. Abim bilgisayarı iade edince ciddi bir boşluğa düştüm. Kâğıda programlar yazmaya, yazılım tasarımları yapmaya başladım. Bilgisayara olan tutkum yoksunluktan olsa gerek iyice arttı. Sonunda ortaokulda babamı bilgisayar almaya ikna edebildim.


Windows'ta olmak büyük ayrıcalıktı


Hayatında dönüm noktası olan bir an veya karar var mı?

Tek bir anı işaret etmem zor ama hayatımdaki en büyük kırılımlardan biri üniversiteyi kazanamamış olmam olabilir. Boğaziçi Bilgisayar Mühendisliği’nde okumayı çok istiyordum ama deliler gibi bilgisayar ve yazılım geliştirme üzerine çalıştığımdan beni zerre ilgilendirmeyen sınav konularını da boşluyordum. Bir noktada tutkularımla savaşmayı bıraktım ve kendimi komple yazılım geliştirmeye verdim. O yıllarda yazılım konusundaki üretkenliğimi de bir daha hiçbir zaman yakalayamadım. Mesela 1997’de ODTÜ Programlama Yarışması’nda çeşitli üniversitelerin mühendislik fakültelerinden 38 farklı takımla tek başıma yarışıp üçüncü olmuştum. Boğaziçi Bilgisayar Mühendisliği takımı dördüncü olmuştu hatta. 1996’da PC World Türkiye dergisi “Türkiye’deki en iyi 10 shareware yazılım” disketi vermişti. O disketteki altı yazılım bana aitti. Öyle bir üretkenlik.


Türkiye'den Amerika’ya taşınmak hem profesyonel hem de kişisel açıdan nasıl bir değişim yarattı?

Amerika’ya taşınmam 2004’te Microsoft’tan teklif aldığım zaman. İdareten kaydolduğum bir üniversiteden devamsızlıktan atıldığımdan askerliği daha fazla tecil edemediğim bir dönemdeydim. Microsoft’tan teklif gelince anında kabul ettim. Bu hayatımdaki en büyük gelişmelerden biri olabilir. Microsoft gibi dev bir firmada ve ilkokulda onlardan ilham alıp işletim sistemi tasarımı yapan bir çocuk olarak bir gün gidip Windows ekibinde mühendis olmak benim için büyük bir ayrıcalıktı. O dönem diğer alternatifim askerlik yapmak olduğundan Microsoft’u Seattle Jandarma Komutanlığı olarak görüp çok sıkı çalışmıştım. Öyle ki normalde sene sonunda sıradışı performans gösteren çalışanlara verilen Star Employee ödülünü altıncı ayımda almıştım. Amerika’da yaşama fikri genel olarak çok heyecan vericiydi. Bunda babamın 1950’lerde Amerika’ya eğitime geldiği yıllara dair anlattığı hikayeler de etkendir, 80’lerde bol Hollywood yapımlarına maruz kalmış olmak da. En zorlandığım şey İngilizce olabilir. Microsoft’taki ilk takım toplantısında konuşulan hiçbir şeyi anlamamıştım. Öyle ki bana toplantı sonunda bir soru sormuşlardı, onu da anlamadım ama anlamadığımı belli etmeyi de gururuma yediremediğimden “yes” demiştim. Neye “yes” dediğimi bugün hala bilmiyorum.


‘Zuccuk’ yiyen Fransız Pierre


Kurarken Ekşi Sözlük’ün bu denli büyük bir topluluğa dönüşeceğini tahmin ediyor muydun?

Bu kadar büyük bir mecra olacağını asla tahmin etmedim. Doğru tahmin ettiğim tek şey çok eğlenceli olacağıydı. Çeyrek yüzyıl sonra hala Türkiye’deki en popüler platformlardan biri olacağına kesinlikle ihtimal vermezdim.


Sözlük, yıllar içinde sosyal medya platformlarının ve yeni dijital alışkanlıkların baskısıyla nasıl başa çıktı?

Ekşi Sözlük’ün agresif bir şekilde büyümek adına, olabileceği her şey olmaya çalışmaması en önemli anahtardır, diye düşünüyorum. Çok spesifik bir içerik formatı ve etkileşim çeşidi vadediyor ve bu vaadini de çeyrek yüzyıldır tutarlı bir şekilde yerine getiriyor. Kullanıcı kitlesini hallaç pamuğu gibi bir değişimden öbürüne atmaya çalışmıyor. Bu da bir kültürel süreklilik sağlıyor. İnsanlar da bu kültürel sürekliliğin parçası olmayı seviyor.


Sözlük’te kullanıcılar arasında efsaneleşmiş anekdotlardan ilk aklına gelen hangisi olur? Topluluğun yaratıcılığı seni hala şaşırtıyor mu?

Çok efsane var ama şimdi ilk aklıma gelen, Paris’te Fransız patronunun evine yemeğe giden sözlük yazarının hikayesi. Patronun sarışın mavi gözlü bir çocuğu var Pierre adında. Yüzünde kırmızı lekeler var. Bu yazar merak edip çocuğa lekeleri soruyor. Çocuk Fransızca soruya yanıt olarak Türkçe “Zuccuk yediydim gabarcık oldum” diye yanıt veriyor. Adam şok oluyor. Sonradan öğreniyor ki çocuğun bakıcısı kadın Emirdağlıymış. Başka bir yakın dönem örneği olarak da ABD başkanlık seçimleri sonrası Ekşi Sözlük’te “Kamala Harristaroğlu” başlığına denk gelmiştim. Ekşi Sözlük’teki yaratıcı kesim Ekşi Sözlük’e özel değil. Aynı müthiş insanlar başka mecralarda da var ama kendilerine alan ve takipçi bulmakta zorlandıklarını tahmin ediyorum. Sanırım Ekşi Sözlük bu tarz yaratıcılığa daha çok alan açıyor.

Sedat Kapanoğlu // Photo Credit: Kürşat Karataş
Sedat Kapanoğlu// Photo Credit: Kürşad Karataş

Az ünlülüğün faydası oldu


Türkiye’deki ilk internet ünlülerinden birisin. Bu ün, gündelik yaşamında tuhaf olaylara vesile oldu mu?

“Az ünlü” daha doğru olur bence. Bugün ortalama bir Youtuber benden daha çok biliniyordur eminim. Ama az ünlülüğün faydasını gördüm. Mesela Fatih Altaylı’ya dava açtığımız bir dönem vardı. Başka bir olay için Beyoğlu Adliyesi’ne ifade vermeye gittiğimde koridorda savcıyı beklerken Altaylı’nın yanımda durduğunu fark ettim. Beni tanımamış olması sayesinde bugün hala hayattayım bence. Microsoft’taki müdürüm Ekşi Sözlük’ü diğer Türklerden duyunca gelip bana sormuştu “senin meşhur bi siten varmış” diye. Bir seferinde bir holding patronu yemek yemeyi teklif etmişti. Ben de sevinmiştim “Oha işte gerçek bir ünlüyüm artık, holding patronları bile benle yemek yemek istiyor işte bu. Başardın Sedat!” diye gaza geldim. Bana Yeni Zelanda’dan çok zarif ahşap kutuda bir kahve getirmiş. “Dünyanın en iyi kahvesi” dedi. Çok sevindim, “daha adamla tanışmadan beni seviyor ne süperim” diye düşünüyorum. Sonra “yalnız Sözlük’te bazı entry’ler var onları silebilirsek” diye baklayı çıkardı ağzından. Hayda. “Silemeyiz” dedim. Bu arada kahve kutusunu geri vermeye çalışıyorum, yok almadı geri. Aldım kahveyi eve götürdüm. Sonra öğrendim ki bir hayvanın dışkılarından elde edilen Kupi Luwak adında bir kahveymiş. Neyse sonra bu patron istediği olmayınca konuyu avukatlarına devretti. O kahveyi eve götürdüm ama içmeyi sindiremedim, aylarca dolapta durdu. Sonra bir gün uyandım, bende kalan bir arkadaşım içmiş o kahveyi. “Güzelmiş bu” dedi.


Bloğumda yazdığım yazı kitabın önünü açtı


Street Coder kitabını yazmaya nasıl karar verdin? Bu fikir nasıl ortaya çıktı?

Senaryo yazarlığından tanıyacağınız arkadaşım Aziz Kedi’nin 2013’te Beyoğlu’nda bir kitabevi vardı. Aziz’in belli konularda o konunun uzmanlarına yazdırmak istediği kitap projeleri vardı. Mesela Cem Yılmaz’a mizahçılığın kitabını yazdırmak gibi. Bana da aynı seriden yazılım kitabı için gelmişti. Hem eğlenceli olsun ama hem de püf noktalarını anlatsın gibi bir çerçeve çizmişti. 4-5 sayfa bir şey yazdığımı ve Aziz’in o taslağı çok beğendiğini hatırlıyorum. Ancak Aziz’in İngiltere’ye taşınmasıyla o proje havada kaldı. Yine de o tarz bir kitap için notlar almaya devam ettim. Bir noktada dokümanın başlığını da “Street Coder” koydum. 2019’da “Programlamada son 20 yılda neler değişti” başlıklı İngilizce bir blog yazısı yazmıştım. Esprili bir dilde yazılım dünyasında değişimleri madde madde özetleyen bu yazı o kadar popüler oldu ki Microsoft’ta çalışan arkadaşlarımdan biri “Şu anda üst düzey yöneticilerin olduğu bir toplantıdayız ve senin yazın konuşuluyor” diye mesaj atmıştı. Bu yazının popülerliği ile Amerika’da yazılım kitaplarıyla bilinen Manning Publications’tan Andrew Waldron bana ulaştı. Blog yazımı ve anlatım dilimi çok beğendiklerini ve onlara kitap yazmamı istediklerini söylediler. Ben de Street Coder’dan bahsettim ve fikri çok beğendiler. 2020 Mart gibi Manning’le el sıkıştık ve COVID patladı. Hepimiz eve tıkıldık. O evde kaldığım bir buçuk yıl boyunca sabahtan akşama kadar durmaksızın yazdım.


Öğrendiklerimiz bizi kısıtlayabilir


Kitabında, programcılara daha ‘gerçek dünya’ odaklı bir yaklaşım sunduğunu söylüyorsun. Okullarda öğretilen kimi prensipleri sorgulamanın nedeni nedir?

Ben yazılım geliştirmeyi kendi kendime öğrendim. Dolayısıyla yazılım mühendisliğine yaklaşımım bu işin formal eğitimini almış bir mühendisten çeşitli alanlarda daha farklı. Mesela işimi görüyorsa korkunç verimsiz bir algoritma kullanmaktan çekinmiyorum. Oysa formal eğitim almış bir mühendis, doğal bir eğilim olarak her zaman aldığı eğitimin gerektirdiği problem çözüm disiplinini takip etmeye meyledebiliyor. Ancak ‘gerçek dünya’da, yani pratikte, bu disipliner yaklaşım her zaman işlemeyebiliyor. Bazen öğrendiğimiz teknikler bizi kısıtlayıcı da olabiliyor. Kitapta da bu korkudan arınıp bir şeyi gerçekten neden ve ne zaman uygulamak gerektiğini keşfetme yollarını anlatmaya çalışıyorum. Yaygın olarak yanlış bilinen bir tekniğin hangi zamanlarda kullanışlı olabileceğinden bahsediyorum mesela. Bu sayede okur hem öğrendiği paradigmaları kutsal kitap gibi görmekten kurtuluyor hem de sonuç odaklı yaklaşımı daha iyi benimseyebiliyor. Mesela Ekşi Sözlük’ü ilk yaptığımda veri tabanı olarak tek bir metin dosyası kullanıyordu. Böyle bir şey yazılım mühendisliğinde kabul edilemez. Ancak kendime biçtiğim geliştirme süresinde onu yapabilmem için tek yolum oydu. İşe de yaradı: siteyi üç saatte kodladım. Elbette bu tercihin sıkıntılarını zaman içinde çok fazla yaşadım. Ancak çözemediğim bir problem olmadı.


Keşke kariyerimin başında okusaydım’


Kitabın ABD ve dünyanın geri kalanındaki satışları nasıl gidiyor?

Street Coder, Manning’den çıktığı sene yayınevinin en çok satan basılı kitapları arasına girdi. Gelen geri bildirimler de inanılmaz güzel. Hayatında ilk defa kitap yazmış biri olarak kitabın böyle bir başarı yakalamış olmasından çok mutlu oldum. Türkçe’den önce de Çince, Rusça ve Korece’ye çevrildi. Kitabı tanıtmak için yaptığım uygulamalı livestream’in kaydı da O’Reilly eğitim platformunun parçası oldu. Manning benden aynı formatta yeni kitaplar yazmamı da istedi. Ortaokulda sokakta top oynamaktan döndüğü akşamlarda bilgisayar başında programlamayı sökmeye çalışan bu çocuğun bu kadar yazılımcının hayatına dokunabilmiş olması beni her düşündüğümde duygulandırıyor. Street Coder başlangıç ve orta seviye geliştiricileri hedefliyor olsa da okuyan uzman yazılımcılardan da “keşke kariyerimin başında bu kitap olsaydı” yorumları alıyorum. Çok mutlu oluyorum. Kitabın Türkçe çevirisi olan Sokak Kodcusu’nun satışları da gayet iyi gidiyor. Geçen baktığımda Amazon Türkiye’de hala yazılım kitapları arasında en çok satanlarda 1. sıradaydı.


Cin lambadan çıktı bir kere


Gelecek on yıl için en çok umut vadeden veya tam tersine dezavantajlı kesimler açısından seni endişelendiren teknolojiler hangileri?

Çok tuhaf bir çağda yaşıyoruz. Çocukluğumda izlediğim bilimkurgu dizilerinde tasvir edilen gelecekte gibiyiz ama tam değiliz gibi de. Mesela San Francisco’da şoförsüz araçlarla seyahat ediyoruz ama sokakta yatan evsizlerin yanından geçerek. Hepimizin cebinde tüm insanlık tarihinde üretilen bilgilere saniyeler içinde erişebildiğimiz cihazlar var ama dezenformasyonun, yalan haberin de zirve yaptığı bir çağdayız. Tüm kültürlerle kaynaşabildiğimiz bir küresel dijital iletişim ağının parçasıyız ama savaşlara ve soykırımlara yol açan kitlesel nefretin yükselişini de gözlüyoruz. Dolayısıyla hem teknolojiyi toplumsal dönüşümü de sağlayacak yollara kanalize edebilmemiz hem de her sorunun üstüne teknoloji atarak çözülemeyeceğine de ikna olmamız gerekiyor. Yapay Zeka üzerine 7-8 yılda gerçekleşen atılım çok etkileyici kesinlikle. O da her teknoloji gibi kendi etik problemler kümesiyle geliyor. Gördüğüm en büyük problem büyük dil modellerinin insanlaştırılması ve düşündükleri yanılgısının yaratılması. Ondan sonra da eğitim için kullanılan materyalin izinli olup olmaması problemine çarpıyoruz. Ancak cin bir kere lambadan çıktığından bu konu üzerinde çalışmak için iyi bir zaman.


Recent Posts

See All
bottom of page