top of page
Writer's pictureeditor

Kapsayıcılık henüz bize uğramadı

Bankacı, yatırımcı, danışman, profesyonel konuşmacı… Üstelik tümü global roller… Kendisini, meraklı, hızlı öğrenen, öğrendiklerini paylaşan ve noktaları birleştiren biri olarak tanımlayan Dr. Rıza Kadılar ile kariyerini ve yeni kitabının da konusu olan kapsayıcılığı konuştuk.


Rıza Kadılar





Ankara Fen Lisesi’ni bitiren başarılı, hedefleri olan bir öğrenci, bir bahar günü ODTÜ’yü ziyaret edip tüm bölümleri geziyor ve endüstri mühendisliğinin hocası ona bölümü anlatıyor. Hemen o gün, endüstri mühendisliğinde lisans yapmaya karar veren Rıza Kadılar, mezun olduktan sonra Amerika'da master için Stanford Üniversitesi’ne başvurup kabul alıyor. Hikayenin sonrası şöyle ilerliyor: “Okul ücretini değil, uçak parasını bile karşılayacak paramız yok. Kapı kapı dolaştım İstanbul’da. Sonunda burs buldum ve Stanford’a gittim. Mastırı bitirdikten sonra orada doktora yapmak yerine Fransa’da MBA yaptım. Fransızların elitist eğitim sisteminin zirvesindeki HEC Paris’in MBA programına o güne kadar hiçbir Türk girememiş dediler. Ben de başarı odaklı bir Türk genci olarak hedefledim ve girdim oraya. Master bitince Türkiye’ye döndüm. Çok sonra, 2000 yılında Marmara Üniversitesi’nde basın ekonomisi üzerine doktoramı tamamladım. İyi ki yapmışım, ‘Dr.’ unvanını gururla taşıyorum.”


Fransa'da çalışma imkânınız varken Türkiye’ye neden döndünüz?

Okul bitince orada önde gelen bir bankada bir işe girdim. Sabah 7 buçukta kalkıp karanlıkta işe gidip yine karanlıkta çıkıp Paris’teki o küçücük eve girmeye iki hafta dayanabildim. TEB’in sahibi Hasan Bey (Çolakoğlu) ‘Rıza buraya gelsin. Ne yapıyor Paris’te?’ demiş. Ben de bunu bahane edip hemen Türkiye'ye gelip işe başladım. 


Bunları anlatmanız ne güzel. Gençlerin rol model olarak gördükleri kişilerin yaşadığı zorlukları, başarısızlıkları duymaya ihtiyacı var.

‘Başarı ve başarısızlık nedir?’ Belki hâlâ bugün de zaman zaman başkalarının tanımladığı başarı kriterleriyle yaşamaya çalışıyorum. Bir şekilde nasıl formatlanıyorsa insan, ne kadar bilinçli olursa olsun aynı tuzağa düşebiliyor. Benim de o zaman başarı orada kalmak mı, Türkiye'ye dönmek başarısızlık mı diye çok kafam karışmıştı. Şöyle düşünüyorum: hayatımın merkezinde ben varım, dünya çevremde dönüyor ve ben niye mutlu olmayayım? Bir tane hayatım var. Baktım ki orada mutsuz olacağım, kalkıp Türkiye'ye geldim.


Rıza Kadılar: ‘Çıraklığını yapmadığın işin ustası olamazsın’ sözünü rehber edindim.


Paris’ten Gayrettepe’ye


Geldiniz ve nasıl bir iş ortamıyla karşılaştınız?

O zamanlar Türkiye’de bir “Özal’ın prensleri” kavramı var. Ben de bir nebze öyle algılandım. Hiç unutmuyorum, bankanın genel müdürü Akın Akbaygil ile olan toplantımızda ‘Evladım ne yapmak istiyorsun? Parlayan yıldız olarak mı kariyerine devam edeceksin, yoksa gerçekten bankacı mı olacaksın?’ dedi. İdealist bir yargıç olan babamdan bana geçmiş bir kültür vardı. ‘Tabii ki gerçek bankacı olmak istiyorum’ dedim. ‘Bravo!’ dedi ve beni direkt şubeye yolladı. Ben Fransa’daki o okulda tek Türk öğrenci olduğum için Paris’te ‘Türkiye Avrupa Birliği’ne girsin mi girmesin mi?’ gibi önemli konuları, çok değerli ve ünlü kişilerle konuşurken kendimi bir anda bankanın Gayrettepe şubesinde buldum. Tozlu raflar, üzerinde “gayrikabili rücu akreditif” gibi terimler yazan pembe dosyalar… Bir de devalüasyon oldu. 1000 dolar diye anlaştığım maaşım 350 dolara düştü. Cihangir’de 100 dolara içinde yaşaması zor olan bir ev tuttum. Eve gelip her akşam adeta ağlıyordum, ‘Ben ne yapıyorum?’ diye. Bir de babamı kaybettim o dönemde o. Çok zordu. Neyse ki dayandım ve o süre bir şekilde geçti. Çok şey öğrendim. Hani çıraklığını yapmadığın işin ustalığını yapma derler ya… Tam da öyle oldu.


Bu noktada işi bırakmayıp bankacılığa devam ettiniz.

Evet, o rotasyon devam etti. Tüm birimlerde sırayla çalışıyorum. Sık sık gördüğüm bir beyefendi dikkatimi çekti. Bir tek yönetim kurulu üyesi olduğunu biliyorum. Bir gün peşinden fırladım. Asansöre bindik. Bir kat yukarı çıktık. Şoförüne bir şey söyledi. Tekrar aşağı indi, ben de onunla çıktım, indim. Yani sadece kendisi ile tanışmak için… Dedim ‘Ben Rıza, iyi bir eğitim aldım ve iyi bir bankacı olmak istiyorum. Sizinle tanışmak istedim.’ ‘Peki’ dedi ve biz Kayra Bey ile çalışmaya başladık. Beraber çok başarılı işler yaptık. İlk mentorum ve 30 yıl bankacılıkta kalmamı sağlayan kişidir kendisi.




Burs verenlere manevi borcumu ödedim


Ardından 30 yıl daha bankacılık yaptınız… 

98’de banka Hollanda’da bir iştirak kurmaya karar verdi. 1998-2001 arasında Hollanda’da bankacılık yaptım. 2001’de bankanın Türkiye’deki temsilcisi olarak Türkiye’ye döndüm. Bankacılık kariyerimde de en çok şey öğrendiğim ikinci dönem bu oldu. Sonra Sabancı grubunun Londra’da Sabancı Bank diye küçük bir bankası vardı. Orada genel müdür olarak görev aldım. 3 küsur yıl kaldım, zorlandım ama yine çok şey öğrendim. Sonra grupta bir yeniden yapılanma oldu. Sabancı’nın Hollanda, Almanya, İngiltere bankalarını Hollanda’da birleştirmeye karar verdik. O bankaların başına geçmeyi teklif ettiler, Hollanda Merkez Bankası da onayladı bu tayini. Ama tam o dönem önde gelen bir Fransız bankasından teklif geldi. Rotterdam’da rutin bir bankacılığa geri dönmek istemedim. Fransız Natixis grubuna Türkiye genel müdürü olarak geçtim. 17 yıl Fransızlarla Türkiye’de çalıştım. Stanford’da Sabancı grubu beni finanse etmişti. HEC’de de büyük ölçüde Hasan Çolakoğlu (TEB). İki grupta da çalışıp ikisine de her türlü manevi borcumu ödedim gibi hissediyorum. 


Bankacılığı bırakma kararını nasıl aldınız?

Aslında bırakmadım. Bankacılık kariyerimde hızla ilerlerken bir yandan da liderlik kavramını keşfettim. O dönemde uluslararası Junior Chamber International Derneği’ne üye oldum. Dernek bünyesinde eğitimci oldum ve ikinci bir kariyer yaptım. 1998 yılında NLP’yi keşfettim. Bununla beraber aslında bir ufuk açıldı ve o hiç kapanmadı. 2003’te Londra’da ilk koçluk eğitimimi aldım. 2010’da dünyada bankacılıkta iş yapılmaz hale gelindiğinde ben de bankacılığı bırakmak yerine dedim ki, liderlik gelişimi alanında biraz daha ilerleyeyim. Gestalt, bilişsel davranış bilimleri, bilişsel psikoloji vs… İleri seviye koçluk ve psikoloji üzerine çalışmaya başladım ama bankacılık hep devam etti.


Hırslı ve başarı odaklı biriyim


EMCC Global (European Mentoring and Coaching Council) dünya başkanı olma yolculuğunuz nasıl başladı?

2010’da EMCC Türkiye’nin başkanı oldum. Kitaplar yazdım, konuşmalar yaptım. TÜSİAD ve AMCHAM’da yaptığımız mentorluk projeleri ile iş dünyasıyla bu kavramları birleştirme şansım oldu. Kendimi bu alanda çok iyi hissettim. Bu işten para kazanacağım, bir iş yaratacağım gibi stresim yoktu. Öyle olunca bütün diğer meslektaşlar bana çok güven duydular. Türkiye'nin en iyi koçları, en iyi mentorları, gönüllerini, kucaklarını açtılar. Türkiye çok eleştirdiğimiz, çok sıkıntıları olan bir ülke. Bir taraftan da inanılmaz albenisi olan, çok cazip, muhteşem bir yer. Yani mesela bu konuların İngiltere’de bazı üstatları aslında sufi ama Anadolu’dan değil Hint ekolü üzerinden bu yola girmiş kişiler. Onun için Anadolu o kadar cazip bir yer ki birlikte çalıştığımız her şeyde ondan çok şey öğrendim. Benim için müthiş bir deneyim oldu. 2017’de kızımın eğitimi için ailemi Hollanda’ya taşıdım. O dönemde EMCC dünya başkanlığını önerdiler. Başkan oldum ilk dönemi bitirdim. Covid olunca bir üç yıl daha yapmamı istediler. Geride güzel zamanlar bırakmayı vaat etmiştim. Bu altı yıl gerçekten müthiş geçti EMCC Global için.


Riskli bir oyun. Yöneticilerin büyük kısmı bunun tam tersine yaparlar.

Kariyerim boyunca her zaman ‘Bundan sonraki en büyük şey ne olacak?’ buna odaklandım. Rutin operasyonları başkalarına bıraktım. İş hayatında kendimi hep kimsenin bana muhtaç olmayacağı bir düzende tuttum. Ben o gün çıkıp gitsem hiçbir şey aksamaz diye yaptım her şeyi. Riskli diyeceksiniz ama öte yandan da değil çünkü ‘patron’ gözünden bakın. Benden iyisini nereden bulacak ☺. O özgüvenle yaklaşıyorum. Bir yandan şaka bir yandan gerçek. Çünkü herkes kendi işine odaklandığı zaman o kadar çok fırsat kaçıyor ki. Oysaki işine odaklanmayan insanlara ihtiyaç var. Ama o insanların da gerçekten gönülden, akıldan işine bağlı olması lazım. Yani ben bir taraftan böyle çok güler yüzlü rahat bir insanım. Öte yandan da son derecede hırslı, başarı odaklı biriyim. O hırs ve başarının erken yaşlarda nasıl başıma dertler açtığını gördüm. İnsanları üzmek, buldozer gibi tepelerinden geçmek. Bu birçok kişinin yaptığı bir şey. Çünkü başarı odaklısın ama o başarı odağını oradan çekip başkalarının başarılı olmasına izin verdiğinde, o zaman hırsını bambaşka yerlere yönlendirebiliyorsun. İşte ben hep yeni işlere, yeni vizyonlara, yeni alanlara kendimi kanalize ettim.


En hırslı olduğunuz dönemde ‘Rıza Kadılar’ın altında çalışmak zor’ diyenler olmuştur o zaman…

İlginç bir soru, açıkçası sanmıyorum. Onları bulup sormak lazım. Sanırım rakibim olanlar beni pek sevmemiştir ama ekip arkadaşlarımın sıkıntı çektiğini hiç zannetmiyorum. 




Oyunu en doğru şekilde oynamıyoruz


Türkiye’de mentorluk yapmakla Avrupa’da mentorluk yapmak arasında nasıl farklar var?

Gelişimsel mentorluk göreceli olarak genç bir meslek. Bunun belli bilimsel çalışmalarla desteklenmesi gerek. Bir şekilde veriyle sonuçla ispat edilmesi gereken bir aşamada daha. Böyle olunca Batı dünyası hep bunu merak ediyor. Ben bunu yapıyorum da yaptığımın işlediğini nereden anlayacağım veya nasıl daha iyi olabilir, hep bunları sosyal bilimlerdeki metodolojiyle geliştirmeye çalışıyor. Bunu Türkiye’de biraz eksik görüyorum. Ben de bunu yapmayı pek başaramadım. Bu bir ekosistem işi. Türkiye koçluk ve mentorlukta büyük ölçüde tercümeyle ilerliyor. Oysaki bunlar bizim topraklarımızdan çıkan şeyler. Türkiye’de koçluk ve mentorluk akademik dünyada olması gereken yerde değil. Oyunu en doğru şekilde oynamıyoruz gibi hissediyorum.

 

Peki böyle bir ülkeden gelmenin avantajları da elbette var. Krize hazırlıklıyız, dayanıklıyız, inisiyatif olabiliyoruz. Siz de öyle düşünüyor musunuz? 

Hep öyle düşündüm. Ama artık böyle düşünmüyorum. 


Ne değiştirdi fikrinizi? 

Gördüğüm kadarıyla içinde bulunduğumuz çağda sistemler ve sistemlerin nasıl kontrol edildiği, sistemlerin kendi kendini nasıl geliştirdiği kahramanlardan daha önemli. Biz hep kahraman modelinde kalmış durumdayız. Dünyayı sırtında taşıyan birilerini istiyoruz.


Kurtarıcı beklentisi mi var bizde? 

Biz öyle formatlanmışız. Öyle olunca da başarılı bir Türk’ü koy bir yere, iştahı yüksek, enerjisi yüksek, bitmeyen bir inancı var. O içten yanmalı motor tabii ki başarılı oluyor. Ama insanlığın gerçekten aradığı bu mu, emin değilim. Yani biz burada mesela kapsayıcılığı konuşuyoruz. Kapsayıcılık daha bize pek ulaşmadı. Biz hala bana benzeyenlerle beraber olmak daha doğrudur mantığı ile ilerliyoruz. Gençlerimiz kapsayıcılığı ne kadar yaşıyor? Türk yöneticiler kendisinden farklı olanlarla beraber ne kadar iş yapıyor? Dünyayla entegrasyon konusunda bir fark var. Niye Hintliler acaba dünyanın önde gelen şirketlerinin şu an başında? Hintliler neyi farklı yapıyor da başa geçiyor? Hintliler kapsayıcılık konusunda çok avantajlılar. Avrupa doymuş, iştahı yok, enerjisini ise başka yerlere aktarıyor. Öyle bir ortama Türkleri koydukları zaman Türkler dünyanın neresine giderse başarılı oluyor. Ama gerçekten aranan bu mu acaba?


Mentorluk sadece bir meslek değil, yetkinlik seti


Yapay zeka konusuna değinmeden olmaz. İş dünyası nasıl bir yön alacak sizce? Mentorluk yok olacak meslekler arasında mı sizce? 

Birkaç hafta önce San Francisco’daydım. Hem bir etkinliğe katıldım hem de Stanford’a okuluma uğradım ve biraz kafam karışık döndüm. Meraklı tarafım acayip mutlu, her gün yeni bir oyuncak çıkıyor. Fakat şu an biraz durayım, onlar bana gelsin modundayım. Çünkü neye yatırım yapsanız, bir haftada oyun dışı kalabiliyor. Koçlukta mesela ben de kendi chat bot’umu yarattım, eğittirdim. Hatta tam testlere başlayacaktık. Chat GPT 4o bunların hepsini yaptı, bitti. Şimdi oraya aylarca gece gündüz emek ver, öne geçeceğim zannet sonra pat diye yeni bir çözüm çıksın. 300 milyon iş kaybı olacak diye bir rapor vardı. Galiba ben buna ikna oldum. Beşerî ilişkilerde ben mentorluğu da koçluğu da bir meslek olarak görmek yerine 8 milyar insanın da haiz olması gereken özellikler ve yetkinlikler seti olarak görüyorum.


Gençlerin tavsiyemize ihtiyacı yok


‘Default’ diye tabir edilen, herkeste zaten olması gereken özellikleri anlatmaya mı çalışıyorsunuz yani? 

Aynen öyle. Ben bilen birisinden öğrenmişim, onun sayesinde yapmışım veya Chat GPT ile yapmışım ya da gerçekten bir çiple yapmışım, hiç fark etmez. Bence koçluk ve mentorluk katlanarak büyüyecek. Her alana girecek… Çocuğuna koç gibi yaklaşmayan anne babanın başı çok ağrıyacak, bir mentor edasıyla çocuğuyla konuşmayan babalar hapı yuttu. Bu kadar net ve iddialı söylüyorum. Koçluk ve mentorluğun önü çok açık ama meslek olarak evrilecek.


 Pek çok kişi mentor ‘Bize hap gibi tavsiyeler versin, hemen sorunlarımızı çözelim’ istiyor.

Mentorluk eğitimlerinde öğrettiğimiz ilk şey tavsiye vermemek. Çünkü tavsiye verdiğiniz zaman bir empatik ilişki içinde değilsiniz demek. Mentorluk alan da kurban pozisyonuna, edilgen pozisyona geçmiş oluyor. En önemli konu, tavsiye vermeden nasıl deneyimlerinizi aktarıp ilham verebilirsiniz. Bütün püf nokta burada zaten. Kimsenin, özellikle de gençlerin sizden tavsiye almaya hiç ihtiyacı yok. Onun yerine söylemek istediklerinizi bir soru formatında sorun, gerçekten onlara bir kapı açın ve bırakın orada ne yapacaklarsa yapsınlar. Bilinmeyenle barışık olun.



bottom of page