ABD, Minnesota Üniversitesi’nde yüksek lisans yaparken tanışan Saskia ve Levent Akyıl çifti, 2004 yılında evlenip Almanya Münih’e yerleşti. ‘Üçüncü kültür çocukları’ olan Kaan (18), Evren (16) ve Altay (9) Amerikan, Türk ve Alman kültürleriyle iç içe büyürken anneleri Saskia kendi aile geleneklerini yaratma ve çocukların kendi özgün kimliklerini oluşturmaları yolunda büyük çaba gösteriyor. Türkçe öğrenen ve çocukların kendi aralarında Türkçe konuşmalarını teşvik eden Saskia, Türkiye’yi ABD’deki çevresine anlatmak için bir de kitap yazdı.
Atlanta’da İngiliz bir anne ve Amerikalı bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Saskia, Emory Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar (siyaset bilimi, diller ve antropoloji) bölümünden mezun oldu. Siyaset bilimi yüksek lisansının ardından halen London School of Hygiene and Tropical Science'da Epidemiyoloji alanında yüksek lisans, Münih Teknik Üniversitesi'nde ise bilim araştırma stajı yapıyor.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Kontrol ve Bilgisayar bölümünde lisans eğitimini tamamlayan Levent Akyıl, Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile University of Minnesota, Bilgisayar Bilimleri’nde yüksek lisans eğitimini tamamladı. Washington’da Intel'de çalışırken teknoloji yönetimi alanında MBA yapan Akyıl, 5 yılı Amerika’da 18 yılı Almanya’da olmak üzere son 23 yıldır Intel’de çalışıyor. Intel Yapay Zekâ yazılım kütüphanelerini geliştiren grupların liderliğini yapan Levent, Intel Almanya’nın dört kişilik lider grubunda yer alıyor.
Farklı kültür ve coğrafyalarda büyümüş iki birey olarak evlenirken tereddütleriniz oldu mu? Evlenme kararını almak kolay oldu mu?
Saskia: Hiç endişeli değildim. Zaten çok kültürlü bir ailede büyümüştüm ve bu benim için normaldi. Birbirimize saygı duyduğumuz ve birbirimizin kültürlerini öğrendiğimiz sürece iyi olacağımızı hissettim. Levent: Kültür farklılıklarından ziyade geleceğin beni nereye, hangi ülkeye götüreceğini bilemediğim için karar vermekte gerçekten zorlandım. Ailelerin kültürel farklılıklardan ötürü gelen çekincelerini de bir bakıma dengelemek gerekiyordu bu karar aşamasında.
Almanya'ya taşınmaya nasıl karar verdiniz? Yaşamak için neden Almanya'yı seçtiniz?
Saskia: Almanya konusunda çok bilinçli bir karar verdiğimizi söyleyemem. İngilizce dışında birçok dil konuşuyordum ve Almanca bunlardan biri değildi. O zamanlar başka bir dil öğrenme konusunda hevesli de değildim. Almanya'ya taşınmaktan korkuyordum, ancak o dönem korkumu pek belli etmedim.
Levent: Yüksek lisans için ABD’ye geldiğimde zaten birkaç yıl sonra Türkiye’ye dönerim diye düşünmüştüm. Aklımda uzun süre kalma fikri yoktu. Onun için 2004’te evlendikten bir süre sonra Türkiye’ye dönmek için iş aramalarına giriştim. Saskia da en baştan itibaren beni bu konuda destekliyordu. Nereye gidersem her zaman yanımda olacağının güvencesini vermişti. Ama daha sonra Türkiye’ye dönmek yerine neden Avrupa’da yaşamayalım fikri oluştu. Almanya kafam(ız)da hiç yoktu. Almanya bana nedense her konuda soğuk bir ülke olarak gelmiştir. Ayrıca çalıştığım firma olan Intel’i de bırakmanın saçma bir karar olacağını düşünerek Intel’in Avrupa’daki imkanlarına başvurmaya başladım. Kendimizi 2005 yılında bir Oktoberfest başlangıcında Münih Almanya’da bulduk. Şu an geri dönüp baktığımızda şanslı ve isabetli bir karar verdiğimizi daha iyi anlıyoruz.
Almanya'da yaşamakla ilgili fikirleriniz ve ilk yerleştiğinizdeki izlenimleriniz nelerdi? Oraya dair sizi şaşırtan olaylar yaşadınız mı?
Saskia: Daha önce burada yaşayan aile dostlarımızı ziyaret etmek için Almanya'ya gelmiştim. Buranın nasıl olduğu hakkında bazı yüzeysel fikirlerim vardı. Taşındığımızda 32 haftalık hamileydim ve dürüst olmak gerekirse, herhangi bir kültürel veya yapısal farklılıktan çok buna odaklanmıştım. Bir daire bulmakta zorlandık - daha önce yaşadığımız yerlerin aksine, Münih'te konut sıkıntısı vardı ve hala var.
Levent: Aslında Münih’e taşınmak bizim için oldukça stresli oldu. İnsan belki o an pek fark etmiyor. İş bırakmak, iş değiştirmek, dilini bilmediğin bir ülkeye taşınmak ve üstüne üstlük aileye yeni bir ferdin katılması için hazırlık yapmak herhalde aynı anda yapılacak şeyler değildi ama bir şekilde yaptık. Dolayısıyla ilk geldiğimizde stres katsayımız bazı şeyleri algılamak için çok sağlıklı değildi. ABD’deki istediğini istediğin zaman satın alabilme “özgürlüğü” burada yoktu. Pazar günleri fırınlar, kafeler ve restoranlar hariç her yer kapalıydı. Önceden planlama gerektiriyordu çoğu ihtiyacı karşılamak için, bu da maalesef ilaveten stres yaratıyordu. İlk izlenimlerim genel olarak insanların kaba oldukları yönündeydi, özellikle sıra bekleme konusunda ve alışverişlerde. Ama daha sonra bunun yanlış bir genelleme olduğunu fark etmiştim. Almanca bilmediğimiz için sıklıkla İngilizceye başvurmamız gerekiyordu ama insanların İngilizce konuşma isteği oldukça düşüktü şimdikinden çok farklı olarak. Onun için genellikle Türkçe konuşanları bulmaya çalışıyorduk işlerimizi halledebilmek için. İş için seyahat etmeye başlığımda ise orta ve kuzey Almanya’nın daha kozmopolit ve insanların daha anlayışlı olduğunu fark etmiştim. 18 yıldan sonra Münih çok daha enternasyonal bir şehir oldu. Ayrıca bizim tecrübelerimizi daha çok ‘Almanya’da yaşamak’ yerine ‘Münih’te yaşamak’ diye nitelendirmek daha doğru olur.
Almanya çocuklar açısından nasıl bir ülke?
Almanya'nın, özellikle Bavyera eyaletinin, çocukların büyümesi açısından oldukça iyi bir yer olduğu kesin, en azından bizce öyle. Okul sonrası aktiviteler için çok olanak mevcut. Her kasabada, köyde devlet destekli tesisler ve kulüpler değişik imkanlar sağlıyor. Çocuklar yaşadıkları kasaba ya da bölgedeki kaliteli devlet okullarına gidiyor, dolayısıyla Türkiye’de veya ABD’de olduğu gibi yolda geçirdikleri vakit oldukça az. Almanya'daki çocuklar ABD'ye kıyasla çok daha fazla özgürlüğe sahip en azından bunu Münih ve yaşadığımız kasaba için rahatlıkla söyleyebiliriz. Birinci sınıftan itibaren okula tek başlarına ya da arkadaşları ile yürüyebiliyorlar. Küçük çocukların kasabada arkadaşlarıyla birlikte dolaştığını sıklıkla görüyorsunuz.
ABD'de buna artık izin verilmiyor, güvenlik endişelerinden dolayı. Bazı eyaletlerde 12 yaşına kadar olan çocukların tek başlarına dolaşması yasak. Buna karşılık burada 10 yaşındaki çocukların markete ya da fırına gönderildiğini görebiliyorsunuz. Bu güveni ve rahatlığı hissetmek güzel.
Çocuklarımız “Üçüncü Kültür Çocukları” ve muhtemelen uluslararası ailelerin çocuklarıyla Alman, Türk veya Amerikalı çocuklardan daha fazla ortak noktaları var.
Ortak bir aile kültürü ve geleneği oluşturmak istediğinizi biliyorum. Bu fikir nasıl doğdu? Mesela Nardugan kutlaması yapmaya nasıl karar verdiniz?
Saskia: İnsanlar genellikle kutlamaları (özellikle dini olan bayramları) kültürle bir tutuyor. İşin özüne inildiğinde, dinden daha fazla uzaklaştığınızda, bu kutlamalar gerçekleşmiyor ve kültürün bir kısmı "kaybolmuş" gibi geliyor. Aslında kültür dildir, müziktir, yemektir, tarihtir, sözlerdir, mizahtır, filmlerdir, politikadır. Bunların hepsini çocuklarımızla paylaşıyoruz ve ailemiz bunların hepsinin bir karışımı. Çok kültürlü olmakla ilgili bir söz var ‘Bunlar eritme potaları değil, salata kaseleridir. Tüm parçalar bireysel kalır, ancak birlikte var olurlar.’ Ailem farklı kültür ve dini inançlardan geliyordu, ancak farklılıklarından hiç bahsetmediler ve birlikte büyüdükleri gelenekler hakkında bize çok fazla şey söylemediler. Bu yüzden her zaman ailede kültür hakkında devam eden konuşmalar olacağını umuyordum. Çocuklar küçükken böyle sohbetler yapmak çok kolay değildi ve muhtemelen Noel ve diğer Hıristiyan bayramlarının neden evde değil de anaokulunda kutlandığı ve neden bu kadar önemli oldukları konusunda biraz kafaları karışmıştı. Muhtemelen o dönem "Hıristiyan olmadığımız için bu bayramları evde kutlamıyoruz" gibi bir şey söyledik. Çocuklarımız "Üçüncü Kültür Çocukları" ve muhtemelen uluslararası ailelerin çocuklarıyla Alman, Türk veya Amerikalı çocuklardan daha fazla ortak noktaları var. Bahsetmek istediğim bir diğer şey de Amerikan kültürünün medya ve eğlenceye hâkim olması, bu yüzden kasıtlı olarak geri adım atıyorum ve Amerikan normlarını, fikirlerini veya kültürel uygulamalarını kasıtlı olarak çocuklara dayatmıyorum. Dünya zaten bunu yapıyor ve buna ihtiyacımız yok. Çoğunlukla ABD hakkındaki yanlış anlamalarını düzeltiyorum ya da medyadaki yanlış temsilleri açıklıyorum. Benim için önemli olan tek önemli Amerikan kutlaması, dini bir bayram olmayan Şükran Günü ve çoğu yıl bunu kutladık.
Levent: Saskia ile farklı kültürlerden geldiğimiz için aile değerleri ve kültürünü ortak bir paydada buluşturmak önemliydi. Saskia bu konuda her zaman yapıcı, destekleyici ve anlayışlı oldu. Günümüzde popüler kültürün etkisinden kurtulmak oldukça zor, dolayısıyla çocuklarımızın benim geldiğim kültürü başka kaynaklardan öğrenmesi göreceli olarak daha zor. Kendi kültürümüzü bildiğimiz ve okuduğumuz kadarıyla çocuklarımıza anlatmak istedim. Geleneksel kış gündönümü kutlamalarını anlatan Nardugan da değişik toplumlarda benzer şekilde hep kutlanmış. Bu döngünün dini, dili ve ırkı yoktu. Biz de her yıl nardugan kutlamaya devam ediyoruz.
Saskia senin, çocuklarınızın Türkçe öğrenmesi ve evde Türkçe konuşması konusunda çaba gösterdiğini
biliyoruz. Bunun nedenlerini anlatabilir misin?
Lisansüstü okuldaki akademik geçmişim dil edinimi üzerineydi. İngilizce konuşulan bir evde büyümüştüm ve farklı kültürlerden gelen arkadaşlarımın ebeveynleriyle "gizli dilleri" olmasını kıskanıyordum. Her zaman çocuklarımın çok dilli büyüyeceğini umuyordum ve öyle de oldu. Çok dillilik hakkındaki araştırmalarım, çok dilli bir ailede çocuk yetiştirmek için "bir kişi bir dil" (OPOL) yöntemini öne çıkarmıştı. Başka yöntemler de var, ancak bu ailemiz için en mantıklısıydı çünkü evde her ikisi de topluluk dilinden farklı olan iki dilimiz vardı. Türkçe de bildiğim için -Levent'le tanıştıktan kısa bir süre sonra, daha çıkmadan öğrenmeye başlamıştım- ailece iki dilde sohbet edebiliyoruz. Daha küçüklerken, Levent yoğun çalıştığı için Türkçeden çok daha fazla İngilizce girdisi aldıklarını fark ettim. Bu yüzden onları kendi aralarında Türkçe konuşmaya teşvik ettim. Yıllarca bunu uygulamak zorunda kaldım ve birbirleriyle yanlış dil kullanıyorlarsa düzelttim. Birçok kişi bize bunun işe yaramayacağını ve birbirleriyle Almanca konuşacaklarını söylese de böyle olmadı.
Bir Yazlık Köyün Sırları adlı romanımı Amerikalılara
laik Türk kültürünü tanıtmak için yazdım.
Saskia, iki kitabın var. Yazma fikri nasıl ortaya çıktı? Kitaplarından bahseder misin?
Yazmayı her zaman sevmişimdir. ABD'de geçirdiğim yıllar boyunca Türkiye ve Türk kültürü hakkında birçok soruyla karşılaştım. O zamanlar Türkiye, ABD’de bugün olduğundan daha da az biliniyordu. Kendimi sürekli Türkiye’yi anlatırken buluyordum. Çoğu insan annemin başörtüsü taktığını ve Türkiye'ye gittiğimizde benim de başörtüsü takacağımı düşünüyordu. Bir Yazlık Köyün Sırları adlı romanımı Amerikalılara laik Türk kültürünü tanıtmak için yazdım. Levent'in aile yazlıklarında geçen çocukluğunu öykülerin fonu olarak kullandım. İkinci kitabım resimli bir çocuk kitabı ve birden fazla fikirden ortaya çıktı. Noel'i evde hiç kutlamadık ama yaşadığımız Bavyera'da elbette yaygın olarak kutlanır. Biz hep bir ağaç dikip Türkiye'deki gibi yeni yıl kutlaması yaptık. O dönemlerde Levent bana Nardugan'la ilgili bir yazı gösterdi ve ben de Nardugan’ı araştırmaya başladım. Silk Road'dan Kitaro müziğini sık sık dinliyorduk ve hepsi birleşince Orta Asya'da Nardugan'ı kutlayan Göktürklerle ilgili bir hikaye yazdım. Bir illüstratör ararken memleketim Atlanta'da yaşayan Moğol bir sanatçı olan Solongo Drini'nin sanat eserini buldum. Metni görüntülere dönüştürmek için birlikte çalıştık ve kitap doğdu. Levent Türkçeye, arkadaşlarım da Almanca ve İsveççeye çevirdi.
Not: Bu içeriğin orijinalini ve derginin tamamını https://lnkd.in/ePwkqJpz bağlantısından isim-soyisim bilgilerinizi linke girerek görüntüleyebilir ve çevrenizle paylaşabilirsiniz.