top of page

“Sen yola çık, yol sana görünür.”

İsviçre’de uluslararası bir şirkette uzun yıllar yöneticilik yapan Müge Gabbott, hayallerinin peşinden giderken hayatın ona sundukları ile her seferinde yeni bir patika açmayı başaranlardan. Şimdilerde yeniden hem kendini dönüştüren hem de başkalarının dönüşümlerine eşlik yeni bir yolculuğun içinde.

Her hikâye biricik ve kendi gerçekleriyle etkileyici. Fakat kendi şansını yaratan, kendi hayallerinden başka bir motivasyon kaynağı olmayanlar en ilham verici olanlardan!


Uzun yıllar İsviçre merkezli SICPA’da İnsan Kaynakları Direktörlüğü yapan Müge Gabbott, kendi şansını yaratanlardan ve yola düşenlerden. Bilinmezliklerle dolu hayat yolunda, her seferinde yeni patikaları cesurca açan Müge, çocukluk yıllarından beri hayallerinin peşinde nasıl bir kariyer inşa ettiğini ve bugün hala kendi yolunda nasıl kararlılıkla yürüdüğünü anlatıyor.


Müge, samimiyetle paylaştığı başarı hikayesinin yanı sıra bir İnsan Kaynakları Uzmanı olarak ülkeleri, yaklaşımları ve kültürleri de karşılaştırıyor.


İstanbul'dan çıkışın, yurt dışındaki hayatın nasıl şekillendi ve o yolculuk nasıl gelişti?

Ben doğma büyüme bir İstanbul çocuğuyum. Anadolu Lisesi’nde okurken başlayan yabancı müzik tutkum ve yurt dışına gitme hayallerim aynı döneme denk gelir. Hani Umay Umay’ın bir şarkısı vardır: “Çağıran bir şeyler var hep beni uzak şehirlerde.” Benimkisi de öyle. Üniversiteyi, Marmara Üniversitesi Endüstri Mühendisliğinde okudum. Üniversitedeyken yurt dışı stajımı IAESTE adlı öğrenci topluluğu sayesinde Derby, İngiltere’de Bombardier Transportation'da yaptım. Çok güzel geçen bir stajın ardından mezuniyet sonrası beni İngiltere’ye çalışmaya davet ettiler. Ancak hayatın planları farklıydı. 11 Eylül 2001 olayları ile vize sorunları baş göstermeye başladı ve ben İngiltere’ye gidemedim. İşte Kibar Holding ile tanışmam tam bu zamana denk geliyor.


O dönemde Kibar holding, bir yönetici adayı programı başlatmış ve beni de İnsan Kaynakları departmanında yönetici adayı olarak işe almıştı. Başlangıçta, İnsan Kaynakları alanı bana pek cazip gelmese de, deneyim kazanmanın değerini fark ederek bu fırsatı değerlendirmeye karar verdim. İyi ki öyle yapmışım; çünkü o gün aldığım bu karar, bugün 23 yıllık İnsan Kaynakları kariyerime giden yolu açtı.


Almanya’da zorlandım


Çalışma hayatına Türkiye’de başladın yani…

Evet ama birkaç sene sonra yurt dışı damarım tuttu yine. Bu sefer Almanya’ya gitmeye niyetlendim. İngiltere’ye karşı içimde hafif bir küskünlük vardı, hem de Almanca öğrenmek ve yeni bir dil keşfetme fikri bana oldukça cazip gelmişti. Türk Eğitim Vakfı’nın verdiği burs ile MBA yapmak için Stuttgart’a geldim. Gerçekten okul dışında hayata dair de çok şey öğrendiğim bir dönemdi. Kendi ayaklarımın üzerinde durmanın, hayatımı tek başıma şekillendirmenin heyecanı vardı. Ancak zaman geçtikçe Almanya’da kalmak bana mutluluk vermemeye başlamıştı. Zor bir karar olsa da, beklenmedik bir şekilde okuldan sonra geri dönmeye karar verdim.


Kaç yaşındaydın geri dönüş kararı aldığında?

26 yaşındaydım. Kibar Holding’le çalışmaya devam ettim. Dönüşümden yaklaşık altı ay sonra, Kibar Holding, İsviçre merkezli SICPA ile bir ortaklık anlaşması imzaladı. Yurt dışı deneyimim henüz çok tazeyken, beni de bu projede İnsan Kaynakları departmanını kurmakla görevlendirdiler. SICPA, merkezi Isviçre Lozan’da bulunan, devlet kurumları için teknolojik güvenlik çözümleri üreten bir firma. Bu ortaklık vesilesiyle SICPA ekibi ile Istanbul’da çalıştım. Bu deneyimin bana kattığı en değerli şeylerden biri, farklı kültürlerden insanlarla çalışırken iletişimin ne denli fark yaratabileceğini öğrenmek oldu. Projede hiç kimse kendi ana dilini konuşmuyordu. Bu nedenle, ortak dil İngilizceyi kullanmak yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda birçok açıdan başlı başına bir uyum süreciydi. Ekibin iletişim seviyesini sizin dil hakimiyetiniz değil, karşı tarafın sizi anlaması belirliyor.


Proje tamamlandıktan kısa bir süre sonra, şirketin merkezi olan Lozan’a transfer olmam için SICPA’dan bir iş teklifi aldım. Tolstoy’un da dediği gibi “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.” Yeni hikayeler yazma vaktimin geldiğini hissediyordum.


Bizde tükenmişlik sendromu pek dile getirilmiyor


Halen devam eden İsviçre maceran nasıl başladı?

Hayatımın İsviçre’deki ilk 5 senesi neredeyse hiç İsviçre’de olmayarak geçti diyebilirim. İlk görevim, SICPA’nın faaliyet gösterdiği farklı ülkelerdeki İnsan Kaynakları altyapısını kurmak ve ekibi oluşturmaktı. 15 farklı ülke, farklı insanlar, farklı kültürler… Sanırım Türkiye operasyonunu saymazsak, ben SICPA’daki ilk Türk’tüm.


Ardından şirketteki görev ve sorumluluklarım artmaya başladı ve son olarak ayrılmadan önce SICPA’nın 25 ülkeden sorumlu Global İnsan Kaynakları Direktörlüğü’nü yürütüyordum.


İsviçre’deki çalışma ve yaşam koşullarını nasıl değerlendirirsin?

Türkler olarak çok azimli, çok çalışkanız diye düşünüyorum. Hakikaten işlerimizi sahipleniyoruz ve hem akılcı, hem de yaratıcı çözümler sunuyoruz. Hatta iş-yaşam dengesi sınırını kaçırdığımız da oluyor. Bu da çoğu zaman Türkiye’deki iş hayatından kalan bir alışkanlık diye düşünüyorum. İşim gereği birçok kişinin gelişim görüşmesini yaptım ve inanın, "Ben daha fazla sorumluluk almak istemiyorum, mevcut işimde mutluyum." diyen çok oluyor. Ancak bu oran Türkler arasında çok daha düşük.


Diğer yandan, İsviçre’de ailenin ön planda olduğu bir yapı var. Sadece bir partnerin çalışıp hayatı daim ettirme olanağı yüksek. Ama madalyonun diğer yüzünde, eğer her iki partner de çalışmak istiyorsa, bu sefer de vergi oranları artıyor ve kazancınız çocuk bakımı ve vergiler içinde eriyip gidebiliyor. Her zaman kolay bir seçim değil.


Kendi hikayeme bakarsam, Avrupa merkezli bir şirkette bir Türk'ün bu kadar yükselmiş olması benim yaşarken fark etmediğim, ancak dışarıdan bakınca anladığım bir konu oldu. Bunu başka bir milletten biri de elbette yapabilirdi ama bizim çalışma azmimiz farklı.


Nasıl bir farktan bahsediyorsun?

Türklerden "Tükenmişlik sendromuna yakalandım" diyen pek çıkmıyor mesela. Yakalanmıyor değiliz ama daha dayanıklıyız (ya da öyle düşünüyoruz). Oysa bu süreçte birbirimizi daha çok desteklesek, çok yıpranmayacağız belki de.


Bu yılın başında Dr. Sertaç Doğanay ile birlikte Cenevre’de Social Touch kapsamında yaklaşık 150 Türk’ü bir araya getirmek için bir organizasyon düzenledik. Fark ettim ki, ne çeşitli ve değerli hikayeleri olan arkadaşlarımız var İsviçre’de. Daha önce köklü dernekler ve resmi kurumların dışında, bu kadar büyük bir Türk topluluğunu birbirleriyle tanıştırmak, farklı iş birlikleri ve iş fırsatlarını değerlendirmek amacıyla bir araya getiren bir organizasyon olmamıştı. Bunun birbirimize her anlamda daha fazla destek olup gurur duyacağımız yeni oluşumlar için adım atmamıza vesile olduğuna inanıyorum.


Yeniden ışığımı bulmaya başladım


Peki, şimdilerde ne yapıyorsun?

Bundan iki sene önce, hayatımda birkaç kırılma noktası aynı anda yaşandı. Ve “çizilmiş” kariyer rotasındaki olası bir sonraki adımların artık beni heyecanlandırmadığını fark ettim ve profesyonel bir koç ile çalışmaya başladım. Ve bu süreç, gerçekten ne istediğime odaklanmama çok yardımcı oldu. Böylece SICPA’dan ayrılmamı takiben kendi işimi kurmuş oldum. İsviçre’de çok uluslu şirketlere büyümelerine destek olmak için stratejik yetenek ve performans yönetimi alanında danışmanlık veriyorum.


Bunun yanı sıra, benim için bir tutku projesi olarak tanımlayabileceğim bir yapının İsviçre ve Türkiye’deki temellerini attım. Kurduğum hayalleri hayata geçirmek en sevdiğim şeylerden biridir. Bu nedenle de geçtiğimiz yıl içinde, stratejik hedefleri hayata geçirmeye yardımcı olan OKR metodolojisini İsviçre’de yaygınlaştırmak için OKR Institute ile exclusive bir anlaşma imzaladım.


OKR (Objectives and Key Results), özellikle Google, Amazon gibi büyük teknoloji şirketleri tarafından benimsenmiş ve çevik, net ve odaklı bir hedef belirleme metodolojisi. OKR Institute de bu metodolojinin dünya çapında yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla kurulmuş bir eğitim ve sertifikasyon kurumu. Öncelikle OKR Institute’un İsviçre operasyonlarını kurmaya başladım. Çalışmalarımız ilerledikçe, Türkiye pazarında da benzer bir yapıyı neden oluşturmayalım diye düşündük. Böylece Türkiye'deki OKR Institute’ü Türkiye'ye getirmiş oldum.


Kurumsal hayattan kendi işine geçmek nasıl hissettirdi?

Kurumsal hayattan tamamen kopmak istemiyordum ama diğer yandan kendi özgün çizgimde ilerlemek benim için çok önemliydi. Değişimin en büyüğü, kendi sesimi daha net ifade etmek oldu. Benim gibi uzun yıllar organizasyon yapıları içinde çalışınca, ancak o çemberin dışına çıktığınızda, sahip olduğunuz birikimi ve ne kadar yol kat ettiğini gerçekten görmeye başlıyorsunuz. Farklı şirket yapıları içinde yer almak hem adaptasyon sürecinizi hızlandırıyor hem de başka yerlerde edindiğiniz deneyimleri başkalarıyla paylaşabiliyorsunuz. Çeşitlilik ve çok renklilik bana çok iyi geldi, yeniden ışığımı bulmaya başladım.


Röportajımızı tamamlarken eklemek istediğin neler var?

Deneyimlerimi, hayallerim ve hedeflerim doğrultusunda değerlendirerek ve şekillendirerek, kendimi yeniden yaratma cesaretini göstermek ve dönüşümün gücüne inanmak benim için vazgeçilmez bir yolculuk. İnsanların hayatına dokunmak, hem profesyonel yaşamımda hem de sosyal ilişkilerimde içimde doğal bir sekilde var olan bir tutku. İçtenlikle dinlemek, tıkanıklıkları açmak, çözüm üretmek, kaybolmuşlukları gidermek ve kara bulutları dağıtmaya yardımcı olmak, benim kendimi gerçekleştirme yolum. Bu yolculukta hayatına dokunduğum, yollarımızın kesiştiği, hayatıma dokunan ve birbirimize ilham verdiğimiz herkese çok teşekkür ediyorum.

bottom of page