top of page
Writer's pictureeditor

Ömer Dormen: ‘Artık kendi zamanımın efendisiyim’ 

Updated: Oct 14

Dubai, Hindistan, Rusya, İngiltere, Türkiye… Tam 38 yıl, aynı global şirketin üst düzey yöneticisi olarak farklı coğrafyalarda başarıyla görev yaptıktan sonra kendi zamanını kendi yönettiği ‘aktif emeklilik’ hayatına geçen Ömer Dormen ile Londra’da buluştuk. Kariyer seçiminden yurtdışı deneyimlerine, ailesinden gelecek planlarına pek çok konuda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. 

Esra Kırkavak ve Ömer Dormen

Haldun Dormen – Betül Mardin çiftinin oğulları, başarılı gazeteci Ayşe Arman’ın eşi, Yasemin ve Alya’nın babası, Castrol’ün global ekibinde 38 yıl kalmış başarılı bir yönetici, kendi zamanını kendi yönetmek isteyen tecrübeli bir iş insanı… 2019’da İngiltere’de yayınlamaya başladığımız Türkçe çocuk dergisi Fiyu için sevgili meslektaşım Ayşe Arman ile konuşmuş, röportajda yurtdışında yaşayan iki ebeveyn olarak çocuklarımızın Türkçesinin geldiği halden bahsetmiştik. Bu kez Turkish Global Society olarak biz Ömer Dormen’e hayatıyla ilgili pek çok soru yönelttik. Kısa bir süre önce Castrol’deki görevinden ayrılıp Londra, Dubai ve Singapur merkezli bir danışmanlık girişimine ortak olan Dormen, sorularımızı açık yüreklilikle yanıtladı. Kızı Yasemin’in bebeği Can ile dedelik duygusunu tadan ve ‘Hayatına yepyeni bir heyecan geldiğini’ söyleyen Dormen ile sohbetimiz


Çocukken hangi mesleği yapmayı hayal ediyordunuz? 

Her çocuk gibi yapacağım meslek konusunda kafam karışıktı. 14-15 yaşlarında rejisörlük ilgimi çekiyordu. Bir de müziğe çok ilgim vardı. Amatörce DJ’lik yapıyordum. Hatta ilk paramı partilerde DJ’lik yaparak kazandım. Rahmetli dayım Arif Mardin, müzikle ilgilendiğimi öğrenince beni Amerika'ya çağırdı. Birlikte geçirdiğimiz üç haftanın sonunda ‘Ne kadar nota biliyorsun? Müzik aleti çalabiliyor musun?’ diye sordu. Ben ‘Hayır’ deyince ‘O zaman senden

DJ olmaz’ dedi. Sonradan DJ’liği şundan dolayı sevdiğimi anladım. Herkesi bir araya toplamak, hep beraber eğlenmek beni cezbediyordu. Rejisörlük isteğimin arkasında da galiba, bir takımı yönetmek, bir şeyler ortaya çıkarmak gibi bir heves vardı. İstanbul’da Avusturya Lisesi’nde okuyordum. Başarısız bir öğrenciydim, zamanımın büyük kısmını haylazlık yaparak kahvelerde oyun oynayarak geçiriyordum. Bu kadar haylazlığın sonunda bir gün kendi kullandığım otomobille kaza yaptım. Orada artık dibi gördüğümü anladım. İngiltere'de okumaya karar verdim ve küçük bir okulda tekrar liseye gittim.


Hayatını şekillendir yoksa başkası şekillendirir!


Kaza dönüm noktası oldu yani…

Aslında kazadan sonra annemle gayet açık yürekli bir konuşma yaptık. Hayatıma yön tayin etmem, annemin bu konuşmada söylediği bir söz üzerine oldu. ‘Hayatını şekillendir yoksa başkası senin adına şekillendirir’ demişti bana. Babamın da haylazlıklarımla ilgili uzun bir mektubu vardı. Ona hayal kırıklığı yaşattığımı söylüyordu. Bütün bunlar hayatımın kontrolünü elime almamı sağladı.


İngiltere’de üniversiteye devam ettiniz. Sonra Türkiye’ye dönüşünüz nasıl oldu?

İngiltere’de daha okurken Türk Petrol’ün o zamanki CEO'su aile dostumuz Varol Dereli ‘Senin gibi gençlere ihtiyacımız var. Türkiye'de sana kapımız açık’ dedi. Ben o sene Ortaköy’de bir depoda 2 ay staj yaptım ve bundan çok keyif aldım.


Keyif aldığınız neydi? 

Kamyonlara kâğıt yüklemekten, irsaliye kesmekten demirbaş tutmaktan, insanlara temas etmekten ve insanlarla birlikte bir şeyi başarmaktan zevk aldım. Okulumun staj için verdiği bir seneyi böyle geçirdim. Hem büyüyen bir ülkenin büyüyen bir şirketinde olmaktan ve katma değer yaratmaktan çok hoşlandım hem de bir takımın içinde olmaktan. İngiltere’de son senemi okuduktan sonra geri döndüm ve 1986’da Türk Petrol ile çalışmaya başladım. Burası ikinci üniversite gibiydi benim için. Çünkü o sırada Türk Petrol’ün akaryakıt ve LPG dağıtımı vardı. Castrol’le yağ işi vardı. Ama bunların haricinde gemi yapımı, otelcilik, Kırlangıç Zeytinyağı falan gibi çok çeşitli işleri vardı. Kapıdan geçerken biri seni yakalıyor. ‘Gel bak şunla ilgili konuşacağız’ diyor. Gidiyorsun, kendini başka bir işin içinde buluyorsun. Bu iş bana tüccarlığı da öğretti. O sırada ben Castrol’den de sorumluydum. Küçük bir işken Castrol o zamanın parasıyla ciddi bir rakama 20 milyon pound’a Türk Petrol’e ortak olunca birdenbire çapı çok büyüdü. Türk olarak kazandığım tüccarlık deneyimi, pratik düşünme, hafif haylazlık gibi hallerle İngiltere’de okurken öğrendiğim uzun vadeli ve stratejik düşünme, yapılanma, planlama birleşince kendimi bu yapının içinde buldum. 1996’da Castrol ve Türk Petrol yollarını ayırmaya karar verdi. Türk petrol daha fazla rafineri tarzı işlere girmek istiyordu. Castrol madeni yağa odaklanmak istedi. Castrol Türkiye’deki yapıyı kurmak için beni istemiş. Türk Petrol tarafı ‘Hayır olmaz. Ömer aileden, veremeyiz’ demiş. Sonuçta benim haberim olmayan bir pazarlıkla beni iki seneliğine Castrol’e verdiler. 


‘Öğrenmek konfor alanının dışına çıkmakla olur’

Kaç yaşındaydınız bunlar olduğunda?

34 yaşında. 150 milyon dolar yatırım yaptıkları işi 34 yaşında bana teslim ettiler. Müthiş bir güven var yani. ‘Al bu şirketi kur, bir şeye ihtiyacın olursa ara. Ayda bir de telefonla konuşalım’ dediler ve biz büyük bir heyecanla sıfırdan ekip kurduk. 6 ay içinde yüzden fazla insan işe aldık. Gece gündüz çalışarak o dönemin en başarılı start up’larından bir tanesi olduk. Orada takım kurma ve o takımla bir şeyler başarmanın ne kadar keyifli olduğunu gördüm. Sonra da BP ile Castrol’ün birleşme entegrasyonunu yönettim Türkiye’de. O sırada Castrol’ün Orta Doğu işi çıktı. Gidip gitmeme konusunda kararsızdım ama öğrenmenin ancak konfor alanının dışına çıkmakla olduğunu hatırlayıp o görevi kabul ettim. O sırada Ayşe ile flört ediyorduk. ‘Ben gidiyorum’ dedim. Ayşe ‘Ne demek tek başına gitmek, ben de geliyorum’ dedi ve biz böylece Dubai macerasına başladık. 2004’te iki seneliğine diye başladığımız Dubai işi 7 sene oldu. Sonra Rusya, İskandinavya, Nordik ülkelerinden sorumlu oldum. Türkiye’de çalışıyordum ama mesela yılın en az 60 gününü Rusya’da geçiriyordum. 


Dubai’de kendinizi farklı bir çalışma kültürünün içinde buldunuz. Zorlandınız mı?

Sudan çıkmış balığa döndüm. Son derece ukala, burnu havada bir halim vardı. Bu vaziyetim bir ay filan sürdü. Türkiye'de kenetlenmiş, işini bilen, zorlukları aşan, pratik, hızlı, her sabah yeni bir sürprize hazırlıklı bir ekibimiz varken orada çok parçalı, birbiriyle iletişim bile kurmayan bir yapıyla karşılaştım. 15 değişik ülkeden çalışan vardı. İngiliz, İtalyan, Avustralyalı, Hintli... Yıllardır orada yaşayan insanlar... Bırakın departmanlar arası iletişimi, kendi departmanlarındakiler birbirleriyle konuşmuyordu. Her sene yapılan çalışan memnuniyeti anketinde Asya Pasifik içinde en dipte Dubai vardı. Son derece rahatlar çünkü. Sahte bir güven ortamı içinde oluyor Dubai’de çalışanlar. ‘Yarın yaparız’, ‘Öbür gün hallederiz’ gibi tavırlar… Bizdeki kan kaynaması yok. Şirketler de maddi olarak her türlü imkânı sağlıyor. Dolayısıyla çalışanları motive etmek zor. Benim o yapıyı anlamam, farklı kültürlerden gelen insanları bir araya getirmeye çalışmam bayağı bir zamanımı aldı. Bir ortak çalışma kültürü inşa etmek, çalışanların güvenini kazanmak, iletişimde açık olmak gibi çok önemli tecrübeler kazandım.


‘Yabancıysanız Ruslar size güvenmiyor’

Çalışanların memnuniyeti değişti mi?

7 senenin sonunda oranın hacmi on katına çıktı. Castrol’ün en önemli büyüme alanlarından biri oldu. Çalışan memnuniyeti de en tepeye çıktı. Bunu görünce herkes çok gururlandı. Aynı ekip ‘Birbirimizle ortak bir hedefe inanabilirmişiz’ duygusuyla çalışınca müthiş bir başarı çıktı ortaya. 


Dubai’den sonra bambaşka bir kültürle daha yolunuz kesişti. Rusya şaşırttı mı sizi?

Rusya daha sert bir kültür tabii. Yabancıysanız size asla güvenmiyorlar. Beni çok yoran bir ilk sene geçirdim. Genellikle şöyle oluyordu: Mesela cuma günü oraya gidiyorum. Konuşuyoruz, bazı kararlar veriyoruz. Pazartesi arayıp ‘Evet, biz öyle demiştik ama hafta sonu vazgeçtik bu karardan!’ diyorlar. Fakat benim inatçı bir kişiliğim var. Her ay beş gün orada kaldım. ‘Bu gitmeyecek galiba’ demeye başladılar. Toplamda 5 senede 300 günümü orada geçirdim. Tek Rus olmayan bendim. Bu 5 sene boyunca ofisten hep beraber öğle yemeğine giderken bir kere bile beni davet etmediler. 


Muhtemelen pek çok kişi hemen dönerdi…

Yani böyle bir kültürün içinde başarılı olmak zordu tabii. Ama tam tersi Rusya'dan da Hindistan’a geçtik. Dört yıl Hindistan'da kaldık. 120 ülkeyi kapsayan EMEA bölgesini yönettim. Ekiplerle çok iyi işler yaptık. Hâlâ onlarla ilişkim devam ediyor. Demek oralarda iz bırakabilmişim. Hindistan'a gittiğimin birinci haftasında evine çağırdı insanlar. 


Hindistan büyük bir hayat dersi

Hindistan insanların birbirine yaklaşımı açısından bize daha çok benziyor…

Derler ya Hindistan’a gidersin ya nefret edersen ya çok seversin diye. Ben daha önce gittiğimde bayılmazdım oraya. Bu karmanın oyunu... Orada yaşamaya başlayınca Hindistan’ı sevdim ama elbette yoksulluğun boyutuna, hijyene kafayı takıyorsunuz. Oraya gittiğim ilk aylardı. Bir sabah işe giderken yolda uyuyanları gördüm. Biraz ileride sokakta bir anne tenekeyi tabure yapmış, üstünde okul forması olan 10 yaşlarındaki kızının saçını tarıyordu. Kız o sırada dişlerini fırçalıyordu ve şunu gördüm ki aslında bizden hiç farkları yok. Kız birazdan okula gidecek, annesi işe gidecek, belki dilencilik yapacak. Onun hayatının gerçeği de bu. O da kızının iyi okuması için bir çaba sarf ediyor. Hepimiz aynı çabanın içindeyiz. Bunu düşünce acıma duygum yerini saygıya bıraktı. Hindistan almayı bilirsen büyük bir hayat dersi veriyor. 


Hindistan'daki profesyonel yaşamınız nasıldı? 

Aynı milletten olmalarına rağmen orada da departmanlar arası iletişim yoktu. Hindistan gibi bir yerde halka açık 6 milyar dolarlık şirket maalesef kan kaybediyordu. Altı ay içinde müthiş bir değişim oldu. Şirket tekrar büyümeye, pazar kazanmaya başladı. Birçok başarı kazandık Hindistan’da. Fakat 4 sene sonunda beni hatırladıkları tek şey bütün çalışanları bir araya getirdiğim bir partide DJ’lik yapmam oldu. Gittiğimin üçüncü ayında şirketçe konferans yapalım istedim. Bütün şirket, 700 kişi tek çatı altında buluşacağız. ‘Bunu yapamayız herkes farklı eyaletlerde’ dediler ama ısrar ettim ve üç gün fabrikaları da kapatıp bu etkinliği yaptık.

Bana sarılıp ağlayan çalışanlar oldu. 20 senedir aynı şirkette çalışıp başka bir şehirde iş için her gün konuştuğu kişiyi ilk kez orada görenler oldu. Hindistan'da çok hiyerarşik bir yapı var. Yani patron filan. Bizim Türkiye’deki gibi gidip birinin omzuna dokunup ‘N’aber? Hafta sonu nasıl geçti?’ diye sorunca inanamıyorlardı. Bir de ben insanların isimlerini hatta çocuklarının isimlerini de hatırlamaya özen gösteririm. Çok şaşırıyorlardı patron gelip bana dokundu, benimle konuştu filan diye. ‘Patron değilim, hepimiz aynı takımdayız’ diyordum. Hindistan’da ekibin her parçası benimle sahaya inmeyi başardı ve bu da bize genel başarıyı getirdi. Çok eğitici süreçlerdi bunlar. ‘Yoldan sapma, inandığın yolda devam et, dürüst ol, şeffaf ol, ne yapmak istediğini söyle. Sonunda insanlar seni takip edecektir’ gibi bir anlayışla hareket ettim.


‘Bizim ailede emekli olmak yok!’

Global bir şirkette 38 yıl çalışmak inanılmaz bir başarı. Dönüp baktığınızda siz de şaşırmıyor musunuz?

Ben de inanamıyorum. Ayrılma süreci onların isteğiyle toplamda iki yıl kadar sürdü, bu arada dönüp geçmişe baktım sık sık. Ama nasıl, ne zaman geçti bu 38 sene, hâlâ ben de farkına varabilmiş değilim. Belki hep aynı ülkede çalışsam farklı olurdu. Dubai, Rusya, Hindistan, Afrika… Her biri yeni kültürleri yakalama, yeniden takım inşa etme heyecanı verdi bana. Ortak bir kültür oluşturma, ortak bir dil oluşturma ve bunun keyfini doyasıya çıkarma demekti benim için. Bu beni hep diri tuttu.


Başka işler, başka sektörler deneseydim gibi bir yakınmanız da yok gördüğüm kadarıyla…

Geriye bakmaktan çok hoşlanmıyorum. 38 sene çok dolu dolu yaşadım. Çok keyifli işler oldu, keyifli dostluklarım oldu. Ülkem de bana çok destek oldu. Ben de ümit ediyorum bir katma değer yaratmışımdır ama şimdi o sayfa kapandı benim için. Benim ilişkim devam ediyor şirketle ama bir bağım yok. Hemen LinkedIn’de unvanımı değiştirdim. Ayrılırken ‘1 Ocak’ta kendimi nasıl tarif edeceğim?’ konusuna karar vermiştim. ‘Castrol’de çalışıyordum’ diye tarif edemem. 38 sene keyifle çalıştım ama artık başka bir ‘chapter’ açıldı. 


LinkedIn’de MoMoT oldunuz?

Hayatımı üçe bölersek son üçte birlik bölümde biraz daha kendi ajandamı yönetmek istiyorum. Buna Ayşe’nin bulduğu ifadeyle MOMOT (Master of My own Time) diyorum. Gezmekten, yeni kültürler görmekten çok hoşlanıyorum. Seyahat etmek, ailemle daha çok vakit geçirmek istiyorum.


Fakat çalışmadan durmanız da zor görünüyor… 

Mümkün değil. Aktif emeklilik gibi olması lazım. Babam zaten söylemişti ‘Bizim ailede emekli olmak yok, ölene kadar çalışmak var’ diye. Dolayısıyla bir şeyler yapmaya karar verdim. Çok yakın çalıştığım iki arkadaşımla bir ayağı İngiltere, bir ayağı Dubai’de olan bir danışmanlık şirketi kurduk. Ama kendimize, MOMOT felsefemize aykırı olmadan, 7/24 çalışmayacağımız bir model seçtik. 


Ayşe arman ve ömer dormen
Ayşe Arman ve Ömer Dormen
‘Ayşe’nin yaptığı fedakarlıkları unutmam mümkün değil’

Biz de birkaç farklı ülkede yaşadık ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki çekirdek aile fertleri size destek değilse kariyer bir yerde sekteye uğruyor. Siz aile olarak ortak karar almayı çok iyi başarmışsınız. 

Ben çok şanslıyım. Kariyerimde hasbelkader bir başarı yakaladıysam büyük pay Ayşe ve Alya’nındır. Ayşe gerçekten Dubai, Hindistan, İngiltere, her yerde evimizi güvenli kalemiz haline getirdi. O kadar doğru söylüyorsunuz ki, evde bir mutsuzluk olsa ben sabah işe giderken hep kafamda o olacak ve bir an önce işimi tamamlayıp dönmek isteyecektim. Halbuki o tamamen kendinden ödün vererek benimle bu ülkelerde yaşadı. Dubai’ye taşındığımızda çok yoğun çalışıyordu. Alya doğdu, bir yandan onu emziriyor. Sabah 2’deki uçakla İstanbul’a gidiyor. 6 buçukta varıyor. Bütün röportajlarını yapıyor. Akşam 8 buçukta tekrar uçakla Dubai’ye geliyordu. Bu müthiş bir fedakârlık. Aynı şeyi Hindistan’dayken de yaptı. Onun bu fedakarlığını ömür boyu unutmam. Alya da yaptı aynı fedakarlığı. Sınıf değişikliğinde bile pek çok çocuk sorun yaşıyor. Alya kaç kere arkadaş çevresini değiştirmek zorunda kaldı. Dubai, onun için evdi. Biz ‘Hadi gidiyoruz’ dedik Türkiye’ye geldi. Türkiye'de yeniden bir çevre edinmek zorunda kaldı. Sonra ‘Hindistan’a gidiyoruz’ dedik. Hindistan'da tekrar sıfırdan her şeye başladı. Ardından İngiltere aynı şekilde sonra yine Türkiye… En son Covid sonrası tekrar ‘Türkiye'den İngiltere’ye gideceğiz dedim. ‘Bu sefer sen tek gidiyorsun’ dedi. Aslında Covid'in bize öyle bir faydası oldu. Alya Türk olmayı keşfetti. Türkiye'de olmayı çok sevdi. 


Dormen ailesi


‘İnsanları birleştirmeyi seviyoruz’

Haldun Bey ve Betül Hanım ile benzeşen yönleriniz var mı?

Aslında babamın yaptığı işle benimki temelde benziyor. O da insanları dinliyor, onların yeteneklerini ortaya çıkarıyor, bir şeyin parçası olmaları için yönlendiriyor. Annem de çok ilgili bir insandır.  Ferzan Özpetek annem için ‘ahtapot’ der. Her şeye ulaşır. Herkesle irtibatı vardır. Tabii şu anda artık yaşı biraz ilerledi ama bundan 5-10 sene öncesine kadar herkesle ilişki kurardı. İnsanları birleştirme tarafı var. Onun gibi olmam mümkün değil ama ben de çok hatır sayarım. İnsanlarla ilişki de kurmaya çalışırım. Boston Filarmoni Orkestrası Şefi aynı zamanda bir liderlik gurusu. Onu bir konuşma için Türkiye’ye getirmiştik. Onun bir lafı var: ‘Albümlerde benin adımı görürsünüz ama bir gün fark ettim ki o orkestrada tek ses çıkarmayan benim. Benim tek görevim herkesin en iyi sesini o gün çıkarması ve harmoni içinde sanki ilk defa çalınıyormuş gibi bir eseri canlandırmak. Liderin de görevi bu diyor.’ Bu konuşma beni çok etkilemişti. Ben gidip satış yapmıyorum, gidip dolum yapmıyorum, gidip bir şeyi üretmiyorum. Tek yaptığım şey insanları bir araya getirmekti. Hatta yükseldikçe şunu görüyorsunuz: İşinizin yüzde doksanı, davranış yönetmek. 


Anneniz de babanız da kendi alanlarında efsane isimler… 

Onlara ulaşmam mümkün değil. Belki de bilinçaltım beni onun için başka bir yere yönlendirdi. 

Ayrılırken Castrol ekibi benimle ilgili bir film hazırlamıştı. Ailemle de konuşmuşlar. İzlerken utandıkça utandım. Babam orada şöyle demiş: ‘Çok başarılı olduğunu biliyorum. Ömer oğlum mu, babam mı, abim mi kardeşim mi? Ben de şaşırıyorum!’ Bana bu kadar güvenmesi çok hoşuma gitti. Yakın arkadaş olduk babamla. Annemle de her zaman çok yakın bir ilişkimiz oldu.  


 

Söyleşi Turkish Global Society'nin lansman sayısında yayınlanmıştır.

bottom of page